DENİZLİ’NİN UZUN SAÇLI MEZAR TAŞLARI
Toplumların örf, adet ve inançları binlerce yılda şekil alır, kuşaktan kuşağa aktarılır ve toplum içinde yaşar. Tüm bu aktarılan bilgi ve inancın dayandığı ya bir deneyim, ya da tarihin çok derinliklerinde bir geçmişi vardır.
- 26 Eylül 2019 - 07:56
- Son Güncelleme : 25 Ekim 2022 - 13:16
Son yüzyılda maalesef bu bilgi aktarımı durmuş, bunun sonucunda örf, adet ve inançlar sekteye uğramış, unutulmuş ya da unutturulmuştur. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi, bilginin tek elden beslenmesi ve dünya çapında bu bilginin hakim olması, toplumun da bu bilgi ve görüşle kadim olan aktarımı yargılamaması, sorgusuzca, araştırmadan, toplumun atalar kültünü bırakıp global kültürün esiri olmasıdır.
Bu anlamda en büyük sorunlardan bir tanesi, toplumdaki insanların
dış görünüşlerinin, giyim/kuşam ve özellikle de saç şekillerinin tek düze bir
hal almasıdır. Son yüzyılda Türk erkeklerinin saç şekillerinin değişmesi buna örnek
gösterilebilir.
1800’lü yıllara kadar Türk erkekleri uzun saçlı idi. Bunu
kaynaklardan, en önemlisi de Türk mezar taşlarından anlamak mümkün. Bu mezar
taşlarıyla Denizli’nin köy ve kasaba mezarlıklarında sık sık karşılaşıyoruz. Lakin insanlar bu kültürü unuttuklarından, bu
mezar taşlarına bir anlam verememekte ve geçmiş ile bir bağ kuramamaktadır.
Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli, Hun Türklerinin göçlerini anlatırken Hun süvarilerinin omuzlarına kadar dökülmüş uzun saçlarından bahsetmektedir. Eski Türklerde erkekler de kadınlar gibi saçlarını uzatır, tek veya çift örgüyle örerlerdi. Göktürk ve Uygurlara ait eşyalarda, heykellerde, minyatürlerde bu saç tipi görülmektedir. Örgülü saç tipi Selçuklu erkeklerince de Anadolu’da sürdürülmüştür. Kaynaklarda belirtildiği gibi Türkler çeşitli saç modellerini kullanmışlardır. Bunun nedeni ise Türklerin çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olmaları ve değişik kültürlerden etkilenmiş olmalarıdır.
Eski Türklerin saç stilleri için kısaca şöyle denilebilir. Batı Türklerinin yani Oğuzların ve Peçeneklerin saçları genellikle uzundur, doğuya doğru gidildikçe bu değişmektedir. Proto-Moğol kavimlerinin inanışlarına göre, onların ataları “dazlak kafalı” kimselerdi. Bu inanış Proto-Moğollara kadar yayılıyordu. Bundan dolayı Moğollar ile onların tesiri altında kalmış olan Doğu Türkleri, bu inanışa uyarak saçlarını kesmişlerdir. Başın etrafı derin olarak traş edildikten sonra, tepede bırakılan tek örgü Kuzeydoğu Asya ile Mançu kavimlerine ait bir saç şekli idi. Bu saç şeklinin bu kavimlerden geçmesi muhtemeldir. Selçuklu zamanında erkeklerde uzun saç adeti devam etmektedir. Selçuklu zamanında erkeklerde iki tip saç mevcuttu. Erkekler, ya saçlarını omuzlarına salıveriyorlardı, ya da başlarını kazıtıp sadece bir perçem bırakıyorlardı.
Yine bu
bağlamda Anadolu’da 1900’lü yılların sonunda araştırmalar yapan Felix Von Luschan,
bir arkeolog ve etnoloji uzmanı olarak dünyanın farklı noktalarına insanların
etnik kökenlerini incelemek amacıyla çok sayıda araştırma gezisi yapmış, farklı
insan topluluklarına ait, farklı kültürleri her açıdan değerlendirmeye
çalışmıştır. Luschan araştırmaları için yaptığı gezilerinden bir tanesini de
1883-84 yılında Toroslara düzenlemiş, Likya ya da Teke bölgesini ayrıntılı bir
şekilde incelemiş, bölge insanı ve yerel kültürü hakkında araştırmalar yapmış
ve bölgede yaşayan Türklere ait fotoğraflar çekmiştir.
Luschan’ın o tarihlerde çektiği Türk insanlarına (göçerlere ve tahtacılara) ait portreler.
Luschan,
kitabındaki bu portreleri de çeşitli şekillerde sınıflandırmış. Bu portrelerde
bölgedeki Türklere ait ilginç bir nokta var; o da Toroslarda yaşayan Türklerin saç
modelleri. 1880’lerin ortaları gibi hiç de erken olmayan bir tarih olsa da;
anlaşılan o ki Toroslarda, Teke yöresinde yaşayan Türkler tarih karşısında çok
da fazla aşınmamışlar. Türk erkeklerinin saç kesimleri yukarıda belirttiğimiz
gibi, orta Asya’dan gelen dedelerine benzer şekilde 1800’lü yıllara kadar
yaşamıştır.
1800’lü
yıllarda zamanın fotoğraf makinalarıyla çekilen portrelerin bir çoğunda Türk
erkeklerinin başlarının arka kısmındaki bir tutam saçı kesmedikleri ve uzun bir
şekilde bıraktıkları görülüyor. Muhtemelen Toroslarda yaşayan ve yaşamış birçok
uygarlık gibi Türkler de dağlık ve zor coğrafi şartlar yüzünden dışarıdan
oldukça yalıtılmış bir yaşam sürüyorlardı. Daha önce Yaşar Kemal’in İnce Memed
serisinde Çukurova göçerlerinin de aynı şekilde baş kısmının arka tarafında
kalan ince bir saç demetini hiçbir zaman kesmediklerini ve hatta erkeklerin
bıraktıkları bu saçları ördüklerini okumuştum. O zamanlar bu bana biraz
abartılı gelmiş olsa da Luschan’ın fotoğraflarından sonra aslında Yaşar
Kemal’in Çukurova Türklerini hiç de abartmadığını anlamış oldum. Anlaşılan o
ki; Teke yöresi Türkleri, Orta Asya’dan getirdikleri birçok alışkanlığı,
gelenek ve göreneği 1880 yılında dahi bir nebze olsa yaşatmayı
sürdürebilmişler.
Bu saç
modelinin Orta Asya’dan getirmiş olduğumuz bir askeri gelenek olduğunu ve Timur
dâhil, Anadolu’ya Asya’dan gelen birçok asker-savaşçı Türk’ün saçlarının bu
şekilde kesildiğini farklı kaynaklarda okumuştum. (Beylikler döneminde
Anadolu’da yaşayan Türkmenler, Timur Anadolu’ya ayak bastığında ondan oldukça
etkilenmişlerdir.) Muhtemelen büyük ölçekte islamiyetin yaygınlaşmasıyla
birlikte kaybettiğimiz bir estetik anlayışıydı. Estetikten ziyade bir inançta
taşımaktaydı bu saç kesimi.
Maalesef
günümüzde ''Erkek adamın saçı uzun mu olurmuş!'' sözü aslında tamamen
kültürümüzün bozulmasıyla ağızlara gelen bir cümledir. Düşmanlarımız Türkleri,
at üzerinde savrulan saçlarından tanırlarmış oysa. Bu bağlamda Denizli’de alan
taraması sonucunda bulduğumuz mezar taşlarında uzun saç kültürüne rastlıyoruz.
Özellikle arkadan üç örgü şeklinde ve geri kalan saçın kazıtılması şeklindeki
mezar taşlarına Denizli bölgesinde çok sık rastlıyoruz. Bu tip saç kullanılması
aslında tamamen Türklerin eski Gök Tengri inançlarına bağlı olarak şekillenmiştir.
Saçlarını uzun tutarak ve bahsettiğim şekilleri vererek Gök Tanrı'ya
bağlılıklarını gösteriyorlardı.
Bu konuda
araştırmalar yapan Yazar Organolog Emekli Öğretmen Abdurrahman Ekinci'nin,
Oğuzlar ve Peçenekler'den bu yana, Türklerde saçı arkaya doğru uzatıp bırakma,
yani "Tapşır" geleneği konusunda yaptığı bir çalışmada konu şu şekilde
açıklanıyor:
“Mehmet
Bektaş'la Taşyayla (Devri) köyünde yaşamakta olan Veli beyin yanında "şıh,
piri fani" rolünü oynatmak için bulunuyordum. Taşyayla'da çekimler
bitirilmiş Bucak'a dönmüştük. Ben köle mezarlığını yeniden çekmek istiyordum.
Mehmet Bektaş lafa başladı: "Bilmem hoca işgne yarar mı, benim
çocukluğumda bizim büyükler başının arkasının bir yerinde bir tutam saçı
kesmezlerdi. Ben bunun anlamını sorduğumda bu bir "tapşırdır"
derlerdi. Niye bırakıyorsunuz dediğimde eğer düşman bizi esir ederek ele
geçirirse, bizi kesecektir; bu uzun saçtan tutup çabucak kesmesini
istediğimizden bu " tapşırı" bırakırız.
Şehit
olduktan sonra öbür dünyada, cennete çabuk gitmek için, meleklerin
"tapşırdan" tutup çabucak çekmeleri için bu saçı uzatırız derlerdi.
Hoca benim Aşa ninem vardı, yazmasının uçlarını çenesinin altından dolayarak
başının üstünde bağlar ve tutulacak kadar da bir uç bırakırdı. Ben: "Nine bu
uç niye yarıyor dediğimde" "Oğlum o "tapşır" ucudur.
Meleklerin cennete beni çabuk çekmeleri için tutamaktır." Tapşır, Tanrıya
varmak, Tanrıya ulaşmak için bir yoldur. Melekler bir taraftan cennete katarken,
bir taraftan da Tanrıya Ulaştırırlar." (Mehmet Bektaş- Bucak)
Yukarıdaki açıklamadan da açıkça görülüyor ki Türkler sadece görsel olarak uzun saç bırakmıyor, aynı zamanda kadim inançları gereği bu inancı sürdürüyorlardı. Türklerin kendileri olmak için yarattıkları saç traşı sadece görsel ve bu dünyalık değil, bu dünyadan öbür dünyaya da uzanmaktadır. Gök Türkler, Uygur İmparatorluğu zamanında Çinlilere savaşta yenilirler. Hakan oturur ağlar: "Eyvah benim uzun saçlı evlatlarım! İpekli Çin elbisesi giyerek, uzun saçlarını kesip, Çinliler gibi mi olacaklar?" diye yakınır.
Velhasıl kelam uzun saç Türk erkeklerinde yaşarken bir mertlik ve savaşçılık, Alplik göstergesi iken, şehit olunca da öbür dünyada erlik elinde uçmağa erken girme aracıdır.
KAYNAKLAR
1- Derleme sözlüğü A. Dil ve Tar. Yüksek Kurumu – Türk Dil Kurumu Yayınları, Sayı:211'10 Sayfa: 3829
2- Prof. Dr. Bahaeddin Ögel - Türk Kültür Tarihine Giriş - 5. Cilt - Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1978 - Sayfa: 273
3- Abdulbaki Gölpınarlı - Varlık Yayınları, 1995
4- Türkiye’de halk ağzından derleme sözlüğü - V. Cilt (ot maddeleri) TDK yayınları - 3. baskı Ankara, 2009
5- 19. Yüzyılda Alman Şarkiyatçılarının Bektaşilik serüveni:Bektaşiler- Tahtacılar-Kızılbaşlar, Dr. Georg Jakob - Dr. Felix Von Luschan - Dr. Edmund Naumann, Çeviren: İlhami Yazgan, Sayfa: 109-110