HAZAL ERTEMUR'UN KALEMİNDEN: LAİKLİK!
Hazal Ertemur'un Kaleminden: Laiklik!
- 06 Şubat 2024 - 05:46
- Son Güncelleme : 06 Şubat 2024 - 05:51
Bir gün ormanda çok büyük bir yangın çıkmış. Ormandaki bütün
hayvanlar canhıraş bir şekilde yangını dindirmek için su taşımaya başlamış.
Filler, zürafalar, aslanlar kısacası tüm orman sakinleri kocaman cüsseleriyle
yangının çabuk sönmesi için seferber olmuşlar. Bu sırada koca filin gözüne
küçük bir karınca ilişmiş; bu karınca küçük bedeniyle minik bir su damlasını
yangın çevresine yetiştirme telaşındaymış. Fil bir an duraksamış ve küçümseyici
bir sesle, “hey karınca, ne diye su taşımaya uğraşıyorsun? Senin taşıdığın
suyun yangına hiçbir faydası olmayacak” diye konuşmuş. Bunun üzerine karınca
şöyle cevap vermiş: Olsun, hiç olmazsa yönümüz belli olsun!
Bu hikayenin Hz. Süleyman ve Nemrut için yazıldığını
söyleyenler de var; böyle bir hikayenin aslında hiç mevcut olmadığını da.
Ancak, neyi değiştirebileceğini değil;
değiştiremeyeceğini bilse dahi aynı yoldan yürümeye cesaret edenleri konu alan
hikayeler benim için hep etkileyici olmuştur.
Bugün yaşadığımız güzel ülkemiz ne yazık ki, günlük
telaşların ve sorunların çok ötesinde, kurucu değerlerinin; anayasasının,
cumhuriyetin özünün tartışıldığı bir gündeme sahip. Yine, ne yazık ki bizler
Anayasanın ayaklar altına alındığı; belki son zamanların en büyük hukuk
garabetine şahitlik etmekteyiz. Bu sebepledir ki, tarihe not düşmek amacıyla
belki de açıklaması en abesle iştigal olan Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay
meselesi ile son zamanların en saldırıya uğrayan Laiklik ilkesini ele almak
gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu sütunlarından birini
oluşturan; kurucu parti Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okundan birini temsil
eden; tarih boyunca da pek anlaşılamayan, hilafet yanlılarının azılı düşmanı;
şeriatçıların korkulu rüyası laiklik aslında nedir? Bazen yüksek, çoğu zaman
kısık sesli ülkenin hemen hemen her döneminde ortaya çıkan bu şeriat
çığırtkanlarının dilinden düşürmediği laiklik niçin onları bu kadar çıldırtır?
En son Anıtkabir’de ortaya çıkan bu çığırtkanın derdi aslen nedir? Bu eylem
neyi hedeflemektedir? Türkiye Cumhuriyeti adına karar veren mahkemelerin
salonlarında “yaşasın şeriat” sloganı nasıl atılır?
Dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın kürsüden tarikat öven
açıklamaları; ÇEDES projesi adı altında açıkça kanunlara aykırı şekilde imam
atanarak dersler verilmesi, okullarda Kur’an dağıtılması; mahkeme
koridorlarında şeriat sloganları atılmasına göz yumulması sistematik ve açıkça
anayasa ihlalidir.
Laiklik denince akla, ilkokulda öğretilen “din ve devlet
işlerinin birbirinden ayrılması” tanımı gelir.
Geniş anlamda doğru olan bu tanım pek de yeterli değildir. Peki nedir
aslında bu laiklik? Laiklik, aslında devleti ya da toplumu dinsizleştirmek için
değil, dini, kutsal değerleri devleti yönetmek için bunu kullanmaya talip
olanlardan korumak için vardır. Bu da bizi bambaşka bir yere götürür. Peki
nereye? Nedir sorusuna verdiğimiz cevabın çok ötesinde bir yere işaret eden bir
soru daha vardır ki, bu aslında bizi ilkenin özüne ulaştırır. İşte bu soru
“neden” sorusudur ve aslında bize ilkenin hangi ihtiyaca istinaden var olduğu;
neye karşı kalkan görevi gördüğünü açıklar.
Yani, işin özü laiklikle sorunu olanın, dini eğip bükmek ile
sağlayacağı kazancın ortadan kalkması nedeniyle sorunu vardır. Laiklik, dini bu
şarlatanlara karşı korur. Bu sebepledir
ki, önemi kritiktir. Bu sebepledir ki Laiklik, din düşmanlığı değildir.
Laiklik, dini kendi çıkarlarına göre eğip bükmesinler diye vardır. Bu yüzden,
hilafet düşkünü bir avuç şeriat çığırtkanına dokunur. Devletin dini olmaz,
kişilerin dini olur ya da olmaz. Anayasa bu ülkenin çoğunluğu için değil herkes
için vardır; herkesin hukuki güvencesini oluşturur.
Gelelim Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki bu garabet
ilişki sarmalına. Hiç uzatmadan, eğmeden bükmeden hukuki tartışmalara girmeye
gerek yok. Hukuken yok hükmünde olan bu dayatma, Anayasa’nın fiilen ilgasıdır.
Anayasa nettir, Anayasa Mahkemesi kararları tartışılamaz. Nokta. Bunun
geçerlisi, değilisi; ötesi berisi Y O K T U R ! Aksine davranış, Anayasa
ihlalidir. Anayasal düzene baş kaldırıdır. Lami cimi yoktur.
Bazı cenahların meselenin politika üstü bir tartışma olduğu
söylemi ise büsbütün yalıtım meselesidir. Bu konu siyaset üstü değildir; tam
tersine politiktir. Ülkenin üst mahkemeleri arasındaki bu garabet ilişki,
ülkedeki pamuk ipliğine bağlı hukuk inancını tamamen iflasa sürüklemektedir.
Hukuk inancının iflası ise bize “ethos” kaybına -Ethos, belirli bir sosyal
topluluğun birliğini inşa eder, onun sınırlarını netleştirerek diğer
topluluklardan ayırır- yani ahlaki çöküşe; ilkesizliğin kucağına bırakacaktır.
Hukuk devleti ilkesinden ters istikamete ışık hızında yol
alan güzel ülkemizin karar vericileri, kanun devleti olma idealinden de
vazgeçmiş görünüyor. Ancak unutulmasın ki,
Cumhuriyet, bir ruhtur.
Cumhuriyet, bir idealdir.
Cumhuriyet, bir ilkeler bütünüdür.
Cumhuriyet, fazilettir.
Cumhuriyet’in istisnasız tüm kurumlarının harcını ise bu
ilkeler oluşturur. Kurumlar, ilkelerden aldığı ruh ile cumhuriyet idealini ete
ve kemiğe bürür. İşin bütün meselesi de buradadır. Bir ülkeyi yıkmak her zaman
top ve tüfekle gerçekleşmek zorunda değildir. O’nun ruhunu almak; içini
boşaltmak da aynı neviden saldırıdır ve en büyük dikkat ve özenle defedilmesi
gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk Devletidir. Bunlar basit bir kanun yapar gibi el kaldırılarak kabul
edilen veyahut bir gece yarısı bütün her şeyi bir yere doldurup adına “torba”
dediğiniz delik deşik kanuncuklara benzemez. Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti için
canını verenlerin hatırasıyla ve ömrünü bu ülkenin devamı için adayan herkesin
hakkıyla; şu anda yaşayanların emekleri, gelecek nesillerin güvencesiyle
ayaktadır. Bu ülkenin Anayasası, geçmiş ve gelecekle beslenir. Garantisi ise,
koruyarak yaşattığı bizleriz.
Bunu ben değil, ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal
doğrudan işaret etmektedir: Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir.
Cumhuriyet'i biz kurduk, O'nu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz."
Velhasıl kelam, küçük bir karınca ya da koca bir fil olmak
bugün için çok da seçim işi değil belki ama yönümüzü belirlemeye sahip olma
hali hala bize ait. Pek tabi ilerleyen
süreçte bu sahip olabilme halinin kime ait olacağını da bilemiyoruz.
Ancak bugün için, kim ne derse desin doğru bildiğinden
yürüyebilme cesaretine sahip olan herkese selam ile.
Bu arada unutmadan, yarım kalanı tamamlayalım: hikayenin
sonunda karınca yangına ulaşır ve getirdiği su damlası ateşi söndürür.